NİL GÜREL

31 Aralık 2021 Cuma

Düşünce Gücüyle Mesaj Yazdıran Çip İmplantı, 2022’deSatışa Çıkabilir

Düşünce Gücüyle Mesaj Yazdıran Çip İmplantı, 2022’deSatışa Çıkabilir

 Blackrock Neurotech’in başkanı, şirketin felçli insanlar için beyin-bilgisayar arayüzünün, düzenleyiciler tarafından onaylanması halinde 2022’de piyasaya çıkabileceğini söyledi. Beyin implantları henüz laboratuvar testlerinin ötesine geçmedi, ancak 2022’de bu tür ilk cihazlar piyasaya çıkabilir.

Felç nedeniyle konuşamayan kişilerin zihinsel olarak iletişim kurmasını sağlayan beyin implantı 2022’de satışa çıkabilir. Beyin-bilgisayar arayüzü olarak bilinen teknolojinin özü, beyne implante edilen ve nöronlardan gelen elektrik sinyallerini okuyan bir dizi elektrottur. Bu, insanların bilgisayarı “düşünce güçleri” ile kontrol etmelerini sağlar. Bu çığır açan teknoloji ile hastalar, kendilerini elleriyle yazarak veya mesajlaşarak hayal ederken metin oluşturabilirler.

Bilim insanları bu teknolojiyi geliştirmeyi çoktan başardılar. Özellikle bilim insanları, bir kişiye düşünceyi kullanarak imleci hareket ettirme ve bir bilgisayar ekranına mesaj yazma yeteneği verebildiler. Bununla birlikte, beyne yerleştirilen elektrotlar yavaş yavaş mikroglia hücreleriyle aşırı büyüdüğü ve cihazı daha az hassas hale getirdiği için teknoloji hakkında hala sorular var.

Ayrıntılar:

https://www.bizsiziz.com/dusunce-gucuyle-mesaj-yazdiran-cip-implanti-2022de-satisa-cikbilir/

23 Aralık 2021 Perşembe

İKNANIN PSİKOLOJİSİ: TEORİ ve PRATİK BİR ARADA KİTAP KRİTİĞİ

İKNANIN PSİKOLOJİSİ: TEORİ ve PRATİK BİR ARADA KİTAP KRİTİĞİ 

Kitabın Adı; İknanın Psikolojisi: Teori ve Pratik bir arada. Robert B. Cialdini’ye ait kitap, Dünya’da çeşitli dillere çevrilmiş ve yüzbinlerce okuyucuya ulaşmıştır. İncelediğim kitabın yayınevi Mediacat. Baskı yılı Haziran, 2021.

Kitabın yazarı Robert B.Cialdini, Arizona State University’de psikoloji profesörüdür. Wisconsin, Kuzey Carolina ve Columbia Üniversitelerinde psikoloji üzerine lisans ve lisansüstü eğitim almıştır. Kişilik ve Sosyal Psikoloji Derneği’nin eski başkanıdır.

Sosyal etkilerin karmaşıklığına ilgi duymaktadır. Bu ilginin kökenlerini doğduğu ve büyüdüğü çevrede bulabiliriz. Cialdini, İtalyan bir aile içinde, Polonya ağırlıklı bir çevrede ve tarihsel olarak Alman olan bir şehirde(Milwaukee) büyümüştür.

Yaşamımız boyunca muhakkak seyyar satıcı, bağış toplayıcı veya çeşitli oparatörlerin taleplerine kendimizi “evet” derken bulmuşuzdur. Gerek kendimiz gerek yakın çevremizden tanıdıklarımız istemeden bir yardım kuruluşunun temsilcilerine ya da bir firma satış temsilcilerine itaat etmişizdir. Peki bir kişinin diğer bir kişiye evet demesindeki faktörler nelerdir? Bu tür bir itaatin oluşmasını sağlayan faktörleri en etkili şekilde kullanan teknikler nelerdir? Nasıl oluyor da belli bir şekilde sunulan istek reddedilirken aynı istek değişik bir şekilde sunulduğunda kabul ediliyor?

İşte Cialdini, deneysel sosyal psikolog olarak görevinde, itaat psikolojisini araştırarak bu soruların cevabını bulmaya çalışmıştır. İlk başlarda araştırma, laboratuvarında ve üniversite öğrencileri üzerinde yaptığı deneyler formundaydı. Bir isteği etkileyen psikolojik ilkeleri bulmaya çalışmıştır. Bu ilkeleri etki silahı olarak karakterize edip en önemlilerini kitapta örneklerle açıklamıştır.

Cialdini, evet dedirtme tekniklerini altı ilkeye dayandırmıştır. Bu ilkeler; karşılıkta bulunma, tutarlılık, toplumsal kanıt, sevgi, otorite ve azlıktır. Her biri toplumdaki fonksiyonları ve itaat profesyonelleri tarafından çok marifetli bir şekilde satın alma, bağış, ödün verme, oy verme veya razı olmaya dönüştürülen kuvvetleri açısından incelenmiştir.

Evrensellik ve bilimsellik taşıyan bu altı ilkeden ilki ‘karşılık yaratma’ ilkesidir.  Karşılık yaratma kuralı, başkasının bize sağladığı faydayı aynen iade etmek istediğimizi söylemektedir. Mütekabiliyet kuralı gereği, gelecekteki iyilik, hediye, davetiye ve benzerinin geri ödenmesinin zorunlu olduğunu düşünürüz. Bu kuralın etkileyici yönü, onunla birlikte gelen sorumluluk hissinin insan kültürüne yayılmış olmasıdır(Cialdini, 2021, s.45-46). Bu bölümde sağlık sektöründen güzel bir örneğe yer vermiş: Kalp hastalıkları için kullanılan bir ilaç olan kalsiyum, kanal blokerlerinin güvenirliliği ile ilgili tıbbi tartışmaları ele alalım. Yapılan bir çalışma, bu ilacı destekleyen sonuçlar bulan ve yayınlayan bilim insanlarının yüzde 100’ünün ilaç firmalarından ön destek aldıklarını(bedava geziler, araştırma fonları veya iş teklifleri) ortaya çıkarmıştır. Ancak ilacı eleştiren bilim insanlarının sadece %37’si bu şekilde bir destek görmüştür(Stelfox, Chua, O’Rourke ve Detsky, 1998’den aktaran Cialdini 2021). Cialdini’nin de vurguladığı gibi eleştirel bakabilen, iyi eğitim almış sağlık profesyoneli bilim insanları bile bu değiş tokuşun çekimine kapılabiliyorsa politikacılar da dahil halkın böyle bir çekime kapılmaması nasıl mümkün olmaz?

İkinci ilke tutarlılık. Tutarlılık, insan hareketlerini yönlendirmede büyük bir güçtür. Peki bu büyük gücün kaynağı nereden geliyor? Cialdini, sosyal psikologların bu sorunun cevabını bildiklerini belirterek soruyu “bağlılık” olarak cevaplandırıyor (s.105). Gerçekten de bir seçim yaptıktan ya da bir konuda fikrimizi söyledikten sonra bu taahhütle tutarlı bir şekilde davranmak için kişisel ve kişiler arası baskılarla karşılaşırız. Bu durumda bundan sonra sergileyeceğimiz tutum ve davranışlar fikrimiz ve tercihimizle örtüşecektir.  

Bu ilke iyi amaçlar için de kullanılabilir. Bu konuda Cialdini, yine sağlık sektöründen bir örnek vermiş. Kilo vermeyi sağlayan klinikler, müşterilerinin kilo verme hedeflerini yazmalarını ve bu hedefi arkadaşlarına, akrabalarına ve komşularına göstermelerini isterler. Klinik işletmecileri bu tekniğin denedikleri başka her türlü teknikten çok daha fazla işe yaradığını söylemişlerdir. Gerçekten bu yöntemin yaşamımızda işe yaradığını düşünüyorum. Yaşam koçları ve psikologlar tarafından önerilen bir yöntem. Psikolog Beyhan Budak’ın Milliyet gazetesindeki bir yazısında hedefleri yazmanın önemini anlatan bir yazısını okumuştum.  Dr.Muhammed Bozdağ’ın “Düşün ve Başar” kitabında da hedefleri yazmanın önemini anlattığı bir bölüm vardı.

Ücüncü ilke toplumsal kanıt. Başkaları yaptığı için bir davranışı uygun olarak görme eğilimi normalde gayet iyi işlemektedir. Kural olarak, toplumsal kanıta göre davranarak, karşı gelerek yapacağımızdan daha az hata yaparız. Genelde, pek çok insan aynı şeyi yapıyorsa doğrudur.(s:163). Ciladini, toplumsal kanıt ilkesini anlattığı bölümde, Bandura ve Robert O’Conner psikologların deneylerine yer vermiştir. Fakat bu bölümde Şerif ve Ash’in de deneylerine yer verebilirdi. Muzaffer Şerif ve Ash’in “Sosyal Uyum”a ilişkin deneylerinin konuyla bağlantılı olduğunu düşünüyorum.  

Üçüncü bölümde dikkatimi çeken bir örnek de Werther etkisi. Werther etkisinin hikayesi hem ürpertici hem de şaşırtıcıdır. İki yüzyıldan daha uzun zaman önce Alman edebiyatının büyük ustası Goethe, Genç Werther’in acıları adında bir roman yayımladı. Kitapta, intihar eden ana karakter Werther toplumda büyük bir etki yaratmıştır. Bu roman Avrupa ülkelerinde kitabın kahramanına özenip intihar eden kişi sayısını arttırarak romana kötü bir ün de kazandırmıştır. Etkinin muazzam büyüklüğünden dolayı roman Avrupa ülkelerinde yasaklanmıştı.(s:196).

Burada önemli bir husus intihar kurbanına benzeyen kişilerin kendilerini öldürme eğilimlerinin daha fazla olduğudur. Bu da toplumsal kanıt açısından önem taşımaktadır. Çok fazla haber yapılan bir intihar şekli toplumda yayılabilmektedir. Buna geçen sene siyanür zehirlenmesi ile intihar vakalarındaki artışı gösterebiliriz. Ülkemizde birkaç yerde ardı ardına siyanürle kendini zehirleyerek intiharlar olmuştu.

Bir diğer ilke ise sevgi. Çok az insanın şaşıracağı üzere kural olarak, en çok tanıdığımız ve sevdiğimiz kişilerin isteklerine evet deriz. Ancak şaşırılacak olan ise basit kuralın yabancılar tarafından yüzlerce farklı şekilde kullanılıp onların isteklerine itaat etmemizin sağlandığıdır(s:223). Ne şekilde itaat ettiğimizi Cialdini bazı faktörlere bağlamıştır. Bu faktörler; fiziksel çekicilik, benzerlik, övgü(iltifat), aşinalık ve işbirliğidir. Gerçekten de bu faktörlerin etkisini gerek gündelik yaşantımızda gerek iş hayatında görebiliyoruz. Örneğin fiziksel iyi görünümün işe alımlardaki etkisi görülebilir. Çoğu kez “İyi görünüyorsa iyidir” yanılgısına da düşülmektedir. Bu, “hale etkisiyle” ilişkilendirilebilir. Kitapta bu bağlantı ayrıntılandırılmamıştır.

İşbirlikçi yaklaşımın mantığını göstermek için Muzaffer Şerif’in deneylerinden birine yer verilmesi çok anlamlı olmuş. Üç aşamalı gerçekleştirilen deney, bir yaz kampına giden 11-12 yaşındaki erkek çocuklar üzerinde yapılmıştır. İlk aşamada çocuklar arasında bağ kuracak etkinlikler gerçekleştirilmiştir. İkinci aşamada rekabet etmişlerdir. Rekabet deneyinin sonunda grupların birbiriyle kavga edip saldırganlaştıkları görülmüştür. Üçüncü aşamada ise deneklere rekabet içermeyen ve ortak amaçlar için birlikte mücadele edilmesi gereken görevler verilmiştir. Çocukların bu işleri beraber yaptıkları, yardımlaştıkları ve tartışmadıkları gözlemlenmiştir. Ortak amaçlar etrafında toplanan çocukların rekabet ortamında doğan anlaşmazlıkları önemsemediği görülmüştür.

Diğer önemli bir ilke ise otoritedir.  Otoritenin itiaat, uyum ve rıza gösterme üzerindeki etkisini gösteren pek çok araştırma yapılmıştır. Cialdini, Miligram’ın deneylerine büyük ölçüde yer vermiştir. Kitapta yine sağlık sektörüne ilişkin çarpıcı bir örneğe yer vermek isterim. “Bir doktor çok net bir hata yaptığında, endişe verici olasılıklar artar. Hiyerarşinin alt basamaklarındakiler bunu sorgulamayı düşünmez; çünkü gerçek otorite emri verir ve alt kademedekiler bunu düşünmezler ve sadece tepki verirler. Bu tür klik-pırrr tepkisi hastane çevresine karıştığında hatalar da kaçınılmazdır. Gerçekten de, ABD Sağlık Finansal İdare’sinin yaptığı bir çalışmaya göre, yalnızca hastaya verilen ilaçlar göz önünde bulundurulduğunda, hastanenin günlük ortalama yanlış yapma oranı yüzde 12’dir.(s:283).

Cialdini’nin kitabında yer verdiği son ilke azlıktır. Buna göre az olanın daha değerli olduğuna dair yanlış bir algı vardır. Kıtlık nesnelerin arzu edilebilirliğini arttırmaktadır. Kişilerde az olan pahalıdır algısı bulunmaktadır. Kıt olanın daha değerli olması gibi yasaklanan, sansürlenen konuların da daha çok ilgi çekmesi söz konusudur. Azlık etkisi her ne kadar tüketici davranışında etkisini gösterse de örneğin siyasal iletişim açısından konu incelenirse aynı etkiyi göstereceğini düşünmüyorum. IPSOS Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün 2014 yılında, 1.383 seçmen üzerinde yaptığı bir araştırmada erişimi engellenen sosyal medya ağları Twitter ve Youtube’un parti oy tercihlerini etkilemediğini ortaya koymuştur (https://www.ipsos.com/tr-tr/30-martta-oy-tercihlerinde-neler-etkili-oldu).

Kitabın son bölümünde ‘anlık etki’ ele alınmıştır. Bölümün girişindeki örnek olay ilgi çekicidir:

Bir akşam rock müziği müzisyeni Frank Zappa şova konuk oldu. Bu, 1960’larda uzun saçlı bir adamın hala olağan görülmediği ve tartışıldığı bir dönemdi. Zappa seyirciye takdim edilip yerine oturduktan sonra aralarında şöyle bir diyalog geçti:

Pine: Bence uzun saçların seni bir kız gibi gösteriyor.

Zappa: Bence senin tahta bacağın da seni bir masa gibi gösteriyor. (s:353)

Bu örnek bağlamında Cialdini, kitabın ana fikrini de ortaya koyuyor: ‘Benim favori doğaçlamam olmasının yanı sıra, Pine ve Zappa arasında geçen diyalog, bu kitabın ana konusunu gösterir: Biri veya bir şey hakkında karar verirken sıklıkla, eldeki bilginin tamamını kullanmayız. Bunun yerine, tümü temsil eden bir parçasını kullanırız. İzole bir bilgi parçası, bize her ne kadar doğruyu gösterse de aptalca hatalar yapmamıza neden olabilir. Bu hatalar zeki kişiler tarafından kullanıldığında ise aptal durumuna düşeriz(s:354).

Kitapta sağlık sektöründen örneklerin de yer alması alanıma katkı sağladı. İknanın psikolojisini anlamak noktasında araştırma ve deneylere yer verilmesi kitabın bilimsellik yönünü de gösteriyor. Akademik ilgi alanlarım içerisinde psikoloji ve sosyal psikoloji yer aldığı için alanıma katkısı oldu. Fakat kültürel çalışmalar bağlamında ve ekonomi-politik bakış açısıyla ikna konusuna bakıldığında bazı noktalar eksik kalıyor. Örneğin intihar haberlerinden etkilenme dolaysıyla intihar vakalarının artması. İntihar sadece bu boyutu ile ele alınamaz. İntihar aynı zamanda sosyolojik bir olgudur. İntihara sürükleyen ekonomi politik koşulları da ele almak gerekir.

Diğer yandan kitap, razı etme stratejilerine karşı koyma yöntemlerini de gösteriyor. Burada ikna edilmenin önüne geçmek için esas meselenin objektif ve eleştirel bakabilme yetisiyle beraber bütüncül bir bakış açısına sahip olunması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bir bütünün öğelerini bir araya toplayarak ve her parçanın otomatik olarak belirli bir niteliğe sahip olduğunu varsayarak, genellikle yanlış bir argüman ortaya koyuyoruz. Buna bölünme yanılgısı deniyor. Kitabın son bölümü olan anlık etki ve kitabın ana fikri bölünme yanılgısı ile ilişkilendirilebilir(https://www.thoughtco.com/what-is-the-fallacy-of-division-250352).

Kitap akıcı ve sade bir dile sahip. Hem sektöre hem de bilim camiasına hitap ediyor. Akademik bağlamda psikoloji ve sosyal psikoloji alanlarına katkı sağladığı gibi gerek tüketici davranışını inceleyen gerek siyaset bilimi ve siyasal iletişim çalışmalarına ve sağlık iletişimi çalışmalarına da katkı sağlayacak bir kitap olduğunu düşünüyorum. O yüzden kitap, sektör çalışanlarına ve akademik camiada öğrenci ve bilim insanlarına tavsiye edilebilir. Ayrıca kitap eleştirel çalışmalar bağlamında da ele alınabilir. 

21 Aralık 2021 Salı

Bilim İnsanları Denizanalarının ‘Zihnini’ Okumayı Başardı

 Bilim İnsanları Denizanalarının ‘Zihnini’ Okumayı Başardı

 Bilim İnsanları Denizanalarının ‘Zihnini’ Okumayı Başardı

Merkezi bir sinir sistemine sahip olmayan denizanalarının, hayati davranışları nasıl sergilediklerine ilişkin gizem nihayet çözüldü.

Denizanalarının beyinleri olmasa da, bilim insanları, bir şekilde zihinlerini okumanın bir yolunu keşfettiler. Zekice bir genetik müdahaleyle, artık küçük ve şeffaf bir denizanası türünde bulunan nöronların, avını yakalamak ve beslenmek gibi karmaşık özerk hareketleri gerçekleştirmek amacıyla nasıl birlikte çalıştığını izleyebiliriz.

‘Clytia hemisphaerica’ türü, buna benzer davranışları incelemek için kusursuz bir model. Bu özel denizanası türü çok küçük (yalnızca yaklaşık bir santimetre çapında) olduğu için, sinir sisteminin tamamı bir mikroskobun altına kolayca sığabilir. Genomu da fazlasıyla basit ve şeffaf bedeni yalnızca yaklaşık 10 bin nöron barındırıyor; bu durum, sinirsel mesajları izlememizi kolaylaştırır.

Ayrıntılar:

https://www.bizsiziz.com/bilim-insanlari-denizanalarinin-zihnini-okumayi-basardi/

11 Aralık 2021 Cumartesi

YÜKSEK BİR GAYEYE NİYET ET!

 YÜKSEK BİR GAYEYE NİYET ET!

Gayen kendinden büyük olsun. Gayen şehrin, memleketin kadar, hatta insanlık kadar büyük olsun ki şevkin hiç azalmasın, artsın.

Şevkin, heyecanın azalmaya başladığı anda faydanın dokunacağı, hizmetinin ulaşacağı insanların duası imdadına koşar. Buna inanarak çalışırsa moda ifadesiyle “motivasyon”a o zaman kavuşabilirsin.

“Ne” olacağını değil hangi problemi çözeceğini, memleketin, insanlığın, şehrininin, köyünün hangi derdine deva olacağını; kime hangi konuda yardım edeceğini bul. Böylece ne öğrenmen gerektiğine odaklanırsın. Ne öğrenmen gerektiğini iyi belirler, sürekli odaklandığın yönde bir şeyler öğrenirsen lezzetle her yaşta ve şartta çalışırsın. Bir şeyler “olmamaya” odaklanırsan “olduğun” anda çalışmaya değecek başka bir şey bulamazsın.

Aziz Sancar Nobel almak için çalışmadı. Profesör olmak için de… Hatta para kazanmayı da çokça önemsediğini sanmam. “DNA onarımı” ile insanlığa faydasının dokunacağını daha yüksek tuttu. Hem çabası bereketlendi, hem süreklilik kazandı. Hangi maddi amaç gece-gündüz laboratuvarlarda vakit geçirmeyi ve bunu bir ömür sürdürmeyi mümkün kılar?

YAZININ TAMAMI:

7 Aralık 2021 Salı

BELİRSİZLİĞE KARŞI TAHAMMÜL AZALDIKÇA SİYASİ KUTUPLAŞMA ARTIYOR MU?

BELİRSİZLİĞE KARŞI TAHAMMÜL AZALDIKÇA SİYASİ KUTUPLAŞMA ARTIYOR MU?

1950’lerden bu yana siyaset bilimciler, siyasi kutuplaşmanın yani dünyaya ideolojik bir önyargıyla bakan artan sayıda siyasi partizanlığın belirsizliğe tahammül edememe ve dünya hakkında öngörülebilir inançlara tutunmayla ilişkili olduğunu teorileştirdiler.

Ancak bu tür önyargılı algıların ortaya çıktığı mekanizmalar hakkında çok az şey biliniyor. Acaba bu mekanizma nasıl işliyor? Gelin birlikte bakalım.

Bu soruyu araştırmak için; Brown Üniversitesi’ndeki bilim adamları, gerçek siyasi tartışmaları ve haber yayınlarını izlerken kararlı partizanların(hem liberaller hem de muhafazakarlar) beyin aktivitelerini ölçtü ve karşılaştırdı. Yakın tarihli bir çalışmada belirsizliğe tahammülün azalması durumunda siyasi kutuplaşma eğiliminin daha da kuvvetlendiği bulundu. Yani belirsizlik ortamında siyasi olarak liberal olanlar bakış açılarında daha da liberal olma eğilimindeydiler.  Bu özelliğe sahip muhafazakarlar ise bakış açılarında daha da muhafazakar olma eğilimindeydiler.

Yine de partizanları farklı ideolojik kamplarına iten yine aynı mekanizmalar iş başındaydı.

Brown’da bilimsel, dilsel ve psikolojik bilimlerde yardımcı doçent olan ortak yazar Oriel Feldman Hall, ‘Bu, hoşgörüsüzlüğe tahammül ile siyasi kutuplaşma bağlantısını her iki koridor bağlamında ele alan ilk araştırmadır’ diyor.  Yani 2016’da mesele bir kişinin güçlü bir Clinton destekçisi ya da güçlü bir Trump destekçisi olup olmadığı değildir. Burada tek mesele belirsizlikte zihin, siyasi içerikle meşgulken her iki beyin yapısının da yani muhafazakar olanın ve liberal olanının benzer tepkiyi göstererek görüşünün daha da şiddetlenmesidir.

Çalışmanın ortak yazarı ve Brown’da eski bir doktora sonrası araştırmacı olan Jeroen Van Baar, bulguların önemli olduğunu çünkü siyasi faktörlerin dışındaki faktörlerin bireylerin ideolojik önyargılarını etkileyebileceğini gösterdiğini belirtiyor.

Hollanda Ruh sağlığı Enstitüsü Trimbos’ta Araştırma Görevlisi olan Van Baar, ‘aynı gerçekliğin ideolojik olarak çarpıtılmış algılar olan kutuplaşmış algının genel olarak belirsizliğe toleransı en düşük olan insanlarda en güçlü olduğunu bulduk’ diyor. Buradan, toplumda gördüğümüz bazı düşmanlık ve yanlış anlamaların siyasi inançlardaki uzlaşmaz farklılıklardan kaynaklanmadığını, bunun yerine, insanların günlük hayatta deneyimledikleri belirsizlik gibi şaşırtıcı ve potansiyel olarak çözülebilir faktörlere bağlı olduğunu gösterdiği çıkarımında bulunulabilir.

Belirsizliğe tahammülsüzlüğün beyinde siyasi bilginin nasıl işlendiğini siyasal değerlendirmeyi şekillendirip şekillendirmediğini ve nasıl şekillendirdiğini incelemek için araştırmacılar 22 kararlı liberal ve 22 kararlı muhafazakarı incelemeye aldı. Katılımcılara üç tür video izletilirken beyin ölçümü için fMRI teknolojisi kullanıldı. İzletilen videolar bir haber bölümü, ateşli bir tartışma bölümü ve politik olmayan bir doğa belgeseliydi.

İzleme oturumunun ardından katılımcılar, videoları anlamaları ve değerlendirmeleri hakkındaki soruları yanıtladılar ve belirsizliğe tahammülsüzlük gibi özellikleri ölçmek için tasarlanmış beş politik ve üç bilişsel anket içeren kapsamlı bir anketi tamamladılar.

Feldman Hall, ‘Belirsizliğe tahammülsüzlük gibi bir özelliğin kutuplaşmayı şiddetlendirip arttırıp arttırmadığına bakmak ve beyin aktivesi kalıplarındaki bireysel farklılıkların benzer düşüncelere sahip diğer bireylerle senkronize olup olmadığını incelemek için nispeten yeni yöntemler kullandık.’ diyor.

Araştırmacılar, videoları işlerken katılımcıların beyin aktivitelerini analiz ettiklerinde, nöral tepkilerin liberaller ve muhafazakarlar arasında farklılık gösterdiğini ve bu da görüntülerin öznel yorumundaki farklılıkları yansıttığını buldular. Güçlü bir şekilde liberal olarak tanımlanan insanlar, politik içeriği aynı zamanda ve aynı şekilde işlediler. Araştırmacılar bu durumu eşzamanlılık olarak adlandırıyor. Aynı şekilde kendilerini muhafazakar olarak tanımlayanların beyinler de siyasi içeriği işlerken senkronize oldu.

Feldman Hall, ‘Politik olarak kutuplaşmış bir insansanız, beyniniz siyasi bilgileri aynı şekilde algılamak için partinizdeki benzer düşünen kişilerle senkronize olur.’ diyor.

Belirsizliğe tahammülsüz kişilik özelliği kutuplaşmış algıyı şiddetlendirmekteydi. Günlük yaşamda belirsizliğe daha az tahammüllü olan herhangi bir ideolojiye sahip katılımcılar(anket yanıtlarında bildirildiği gibi) belirsizliğe daha iyi tahammül edebilenlere göre ideolojik olarak daha belirginleşmiş beyin tepkilerine sahipti.

Araştırmacılar bu, belirsizlikten kaçınmanın, beynin siyasi bilgileri, kışkırtıcı siyasi içeriğin siyah-beyaz yorumlarını oluşturmak için nasıl işlediğini yönettiğini gösteriyor diyor.

İlginç bir şekilde araştırmacılar, siyasi olmayan bir video esnasında, kürtajla ilgili tarafsız bir tonda sunulan bir video sırasında bile kutuplaşmış algı etkisini gözlemlediler.

Öyleyse önceki diğer araştırmacıların iddia ettiği gibi ‘liberal ve muhafazakar beyinlerin’ beyin yapısı ve içeriği işleyiş sürecinde istikrarlı bir farklılık olmadığını gösteriyor. Beyin süreçlerindeki ideolojik farklılıklar, Van Baar’ın da vurguladığı gibi çok özel durumlara maruz kalmaktan kaynaklanıyor. Yani bu durum kutuplaştırıcı öğeye maruz kalınca açığa çıkıyor.

Buradan çıkan olumlu bir sonuç da iletişim kurmanın doğru yolu bulunduğu sürece siyasi partizanlar göz göze gelebilir.

Kaynak:

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/05/210513173538.htm

NOT: Yazım bilgiustam.com'da yayına alındı:

https://www.bilgiustam.com/belirsizlige-karsi-tahammul-azaldikca-politik-kutuplasma-artiyor-mu/

4 Aralık 2021 Cumartesi

Dalit İntihar Vakalarını Etkileyen Faktörler

Dalit İntihar Vakalarını Etkileyen Faktörler

Birçok kültürde olduğu gibi Hint toplumunda çeşitli ayrımcılık türleri hâkimdir. Hindistan’da yüzyıllardır alt kast’a karşı ayrımcılık yapmaktadır. Ancak çağdaş Hint toplumunda, kast temelli ayrımcılık intihar etmek için ciddi bir endişe konusu haline gelmiştir. Hint toplumunda kast temelli ayrımcılık maalesef hala mevcuttur. Birçok kast ayrımcılığı vakasında Dalitler, eğitim, istihdam ve eşit sosyal statü talep ettikleri için Hint toplumunun üst kastı tarafından zulüm görmüştür. Her yıl birkaç Dalit’li, zulüm ve ayrımcılık nedeniyle intihar etmektedir.
Bu yazıda, Dalitler arasında sosyal ayrımcılığa bağlı Dalit intiharını etkileyen faktörleri araştırılmaktadır. 2011’den 2021’e kadar çeşitli gazeteler, dergiler, yazılar ve makaleler aracılığıyla intihara ilişkin veriler toplanmıştır.

Devamını okumak için tıklayınız:

https://www.bilgiustam.com/dalit-intihar-vakalarini-etkileyen-faktorler/

28 Kasım 2021 Pazar

MUTLULUĞUN ARDINDAKİ KURAM

MUTLULUĞUN ARDINDAKİ KURAM

Mutluluk tepkisi vermek bizi mutlu eder mi? Bunun için fizyolojik tepkilerle duygular arasındaki bağı anlamak gerekir. Bu noktada psikoloji teorisine bakmak iyi bir fikir.

Duyguların vücudumuza etkisi ve duygulara verilen tepkiler konusunda pek çok kuram var. Önce duyguyu hissedip mi fizyolojik tepki verdiğimiz yoksa önce fizyolojik tepki verip sonra mı duyguya kapıldığımız konusu da bilim dünyasında tartışma konusu olmakta. Acaba fiziksel tepkilerimiz duyguyu hissetmemiz ve duygu durumumuz üzerinde etkili mi? Bu sorunun cevabını James-Lange kuramında bulabiliriz.

James-Lange Kuramı Nedir?

James-Lange’nin duygular kuramı, öfke dahil olmak üzere duygular ile ilgili ilk kapsamlı kuramlardan biri. Bu kurama göre birey, çevresindeki uyarıcıların algılanması sonucu bir takım bedensel değişimler yaşar ve bu değişimlerin farkına varması duyguların çıkmasına neden olur. Duyguların çıkış noktası davranıştır.

Leonardo Da Vinci der ki: “Ruh, bedenle yaşamak ister çünkü beden olmadan ruh ne hissedebilir, ne de eyleyebilir”. Yaygın görüşe göre servetimizi kaybedince üzülüp ağlarız; bir ayıyla karşılaşınca korkup kaçarız; bir rakip tarafından hakarete uğrayınca kızıp saldırgan bir davranış sergileriz. James-Lange kuramındaki hipotez ise bu ardışık dizgenin yanlış olduğunu ortaya koyar. Daha rasyonel bir ifadenin; üzülürüz çünkü ağlarız, kızarız çünkü vururuz, korkarız çünkü titreriz olduğunu belirtir.

Farklı bir örnek verecek olursak gece yarısı ısısız bir sokakta yürüyen adam, arkasından ayak sesleri duyar ve arkasına baktığında irice bir adam görür. Hırsız olabileceğini düşünür. Bunun üzerine, koşarcasına adımlarını hızlandırır, daha hızlı nefes alır, göz bebekleri büyür, adrenalin adeta damarlarından akar. Bu bedensel değişiklikler korku duygusunu temsil eder. Adamın içerisine korku duygusunun dolmasını sağlar.

Peki kuramın bizim hayatımızdaki rolü nedir? Oyunculuktan gerçek yaşama kadar uzanan geniş bir yelpazede konuya birlikte bakalım ne dersiniz?

Kuramın Oyunculuğa Yansımaları

James-Lange kuramı oyunculuğa katkı sağlayan rol yapma sanatına da yansımalarını gösteren bir kuram.

Drama ve tiyatro sanatları alanında öğretim görevlisi Dr. Rose Whyman, tüm ruhsal durumların bir sinirsel-mekanik döngü içerisinde ortaya çıktığını belirtiyor.

Bir oyuncu, “korkmuş insan” rolünü nasıl yapabilir? Oyuncu Vsevolod Meyerhold, korku duygusunu tetiklemek için, oyuncunun gözlerini büyükçe açarak ve kaşlarını kaldırarak kaçmasının yeterli olacağını söyler. Meyerhold, bunu şöyle bir örnekle açıklar: “Sahnede, bir köpeğin saldırması nedeniyle korkan, korkudan kaçan birini oynamam gerek. Peki ne yapmalıyım? Köpekten nasıl kaçmam gerektiğini bilebilmek için, kendi içimde, bir köpeğin havlamasından korkan birini mi bulmalıyım? Hayır, bu duyguları kaçmaya başlamadan önce harekete geçirmemeliyim; kaçmaya başladığımda, korkan birinin duyguları içimde oluşacaktır.”

Oyuncu Evgeni Bezpiatov, yüz ifadesi ile ruhsal yaşantı arasındaki bağın çok kuvvetli olduğunu belirtir. James-Lange kuramından yola çıkılarak denilebilir ki “Ağlıyorum, çünkü üzgünüm” ifadesi kadar, “üzgünüm, çünkü ağlıyorum” ifadesi de doğrudur.

James-Lange Kuramıyla Mutlu İnsan Olunabilir mi?

Her ne kadar James-Lange kuramına eleştiriler yöneltilmiş olsa da doğruluğu olan bir kuram. Davranış psikolojisi üzerine çalışmalarıyla tanınan Fransız Psikolog Theodule Ribot, herhangi bir duygunun fiziksel sonuçlar doğurmaksızın var olamayacağını; biçimlendirilmemiş veya bedenselleştirilmemiş bir duygunun var olamayacağını; biçimlendirilmemiş ve bedenselleştirilmemiş bir duygunun yok sayılacağını belirtmekte. Duygunun her nüansı belirli bir fiziksel eylemle bağlantılı. Ayrıca James, “tamamen bedensiz bir insani duygu, hiçliktir” diye ifade eder.

Mutluluğun formülü tamamen bu kuramda gizli olmasa da olumlu düşüncenin gücünü yadsıyamayız. Kurama göre olumlu düşünmek ve olumlu düşüncenin yansıması olan gülen bir yüze sahip olmamız yani yüz kaslarımızın esnekliği olumsuz olaylara olan tepkilerimizi dönüştürerek olumsuz duyguların etkilerini azaltacaktır. Başka bir deyişle olumsuz olayların etkilerini bedenimizde daha az hissedeceğimiz için olumsuz duyguların bıraktığı hisler bertaraf olacaktır.

James-Lange kuramına göre hayata ne kadar pozitif bakarsak hayat olaylarına tepkilerimiz dolayısıyla duygularımız da olumlu yönde etkilenecektir.

James Lange Kuramı ile ilgili anime videoyu izlemek için tıklayabilirsiniz:

https://study.com/academy/lesson/james-lange-theory-of-emotion-lesson-quiz.html

Kaynaklar:

Avcı, A., “Örgütlerde Öfke Yönetimi”, Journal of Orginal Studies, Cilt:1, Sayı:2, s.115:128, 2020

Coleman, A. & Snarey, J., James Lange Theory of Emotions. In S. Goldstein & J. Naglieri(Eds.), Encyclopedia of Child Behavior aııd Development (Volume 2, 844–846). New York: Springer­Verlag, 2011

Özüaydın, N.U., Oyunculukta Fiziksel Eylemler Yönetiminin Analizi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Dergisi, Cilt:9, Sayı:18, s.307:332, 2016

https://study.com/academy/lesson/james-lange-theory-of-emotion-lesson-quiz.html

https://corluram.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/59/03/864972/dosyalar/2020_05/27130854_Sosyal_Norobilim_bakYY_acYsYyla_duygular.pdf

https://112.international/society/stephen-hawking-dies-at-age-of-76-26539.html

27 Kasım 2021 Cumartesi

YAĞMUR SESLERİ

Yağmurlu bir Antalya sabahından herkese merhaba..Yağmurun ilham olduğu lise yıllarında yazdığım bir şiirimi sizlerle paylaşmak istedim. İyi okumalar..


    YAĞMUR SESLERİ

Tanrım! Neredeyim ben? Çok ürkütücü bir yer

Hiç de yabancı gelmedi bu şiddetli sesler

 

Neden sarmış etrafımı zalim karanlıklar?

Zaten hiç de kapımı çalmadı aydınlıklar

 

Bu sesleri tanıdım annemi özlüyorum

Olmayan aydınlığın yolunu gözlüyorum

 

Saçlarımı çoktan kaplamıştı beyaz karlar

Şimdi neyin nesi oluyor bu son yağmurlar?

 

Az kaldı yolun sonuna var gücünle dayan!

Bu sesler, fırtına, çakıllı yol hepsi yaman

 

Çok da geç fark etmişim gençliğin değerini

O yüzden yaşadım yaşlılığın beterini

 

Ne de bayılırdım musiki söyleyen o kuşlara

Şimdi kaldım dert yanan hüzünlü akışlara

 

Eski günlerin hatırasını unutmak zor

Yağan her damla o günleri hatırlatıyor

 

Geri verin bütün yıllarımı desem çok geç

Ulaşacağım elbet o son kapıya er geç

 

Kuşlar, güller, tüm tabiat sakın ağlamayın!

Siz de dostlarım boşuna ağıtlar yakmayın!

 

Artık ben de dayandım son kapının önüne

Elveda diyorum harcadığım günlerime..

23 Kasım 2021 Salı

 Dünyaya Baktığımız Pencere: ‘Düşünce’

Sabah gözümüzü açtığımız ilk andan itibaren aklımıza yüzlerce düşünce gelir ve ister istemez güne olumlu yada olumsuz düşüncelerimizle başlarız. Düşüncelerimiz daha sonrasında yaklaşımlarımızı oluşturur. Düşüncelerimiz, dünyaya açılan pencerelerimizdir.

Devamı:

https://medium.com/saygel/d%C3%BCnyaya-bakti%C4%9Fimiz-pencere-d%C3%BC%C5%9F%C3%BCnce-85f604e0e5b5

19 Kasım 2021 Cuma

Güneş’ten daha sıcak reaktörüyle dünya rekoru kıran Çin nükleer füzyon üretmenin ucuz yolunu buldu

Güneş’ten daha sıcak nükleer reaktörüyle birkaç ay önce dünya rekoru kıran Çin, şimdi de nükleer füzyon elde etmek için daha uygun maliyetli bir yöntem keşfetti.

Çin Bilimler Akademisi Fizik Enstitüsü’ndeki araştırmacılar, yeni yöntemi Shenguang II lazer tesisinde füzyon deneyleriyle test etti.

Ayrıntılar:

https://www.bizsiziz.com/gunesten-daha-sicak-reaktoruyle-dunya-rekoru-kiran-cin-nukleer-fuzyon-uretmenin-ucuz-yolunu-buldu/

15 Kasım 2021 Pazartesi

Refah Yaşam İçin “Böbrek Satan Köy” Halkı: Pişmanlığın İlacı Yoktur

Bir lise öğrencisinin Apple cep telefonu almak için sağ böbreğini sattığı haberini hala hatırlıyor musunuz? Lise öğrencisi Xiao Wang böbreğini bir Apple cep telefonuyla takas etti ve böbrek sendromundan muzdarip oldu. Aradan yıllar geçti, artık sadece sıska denilecek kadar zayıf değil, hayatını sürdürebilmesi sadece ilaçlara bağlı.

 

Son derece pişman olmasına rağmen dünya acımasızdır ve pişmanlığın ilacı yoktur. Çin’e yakın bir ülke olan Nepal’de bir köyde herkesin vücudunda bir yara izi var. Bu yaralar, böbrek satışından arta kaldı, dolayısıyla “böbrek satan köy” olarak adlandırılabilirler. Peki köydeki insanlar neden böbrek satıyor?

Nepal, yaklaşık 29 milyonluk nüfusuyla dünyanın en fakir ülkelerinden biri olarak değerlendiriliyor. 2016 yılında kişi başına düşen gelir, Çin’in onda birinden daha az olan 730 ABD Dolarına ulaştı. Ekonomik gelirleri esas olarak tarıma dayalıdır, ancak nispeten ilkel tarım koşulları ve kusurlu altyapı nedeniyle çoğu insanın hayatı refah değil.

 Ayrıntılar:

https://www.bizsiziz.com/refah-yasam-icin-bobrek-satan-koy-halki-pismanligin-ilaci-yoktur/

12 Kasım 2021 Cuma

Son Günlerde Artan SolunumYolu Enfeksiyonu İle Kovid-19 Karıştırılabiliyor


Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Galip Ekuklu, “Bu ani sıcaklık değişiklikleri doğaldır ki vücutta bir adaptasyon sorununa neden oluyor ve soğuk algınlığı benzeri bir tablo ortaya çıkıyor.” dedi.

Ayrıntılar:

https://covid19.tabipacademy.com/2021/09/08/son-gunlerde-artan-solunum-yolu-enfeksiyonu-ile-kovid-19-karistirilabiliyor/

7 Kasım 2021 Pazar

COVİD-19’un SAĞLIK SEKTÖRÜ ÜZERİNE ETKİLERİ ve SONRAKİ DÖNEME İLİŞKİN BEKLENTİLER: DÖNÜŞEN SAĞLIK SİSTEMİ

COVİD-19’un SAĞLIK SEKTÖRÜ ÜZERİNE ETKİLERİ ve SONRAKİ DÖNEME İLİŞKİN BEKLENTİLER: DÖNÜŞEN SAĞLIK SİSTEMİ

 

II.Dünya Savaşı’ndan bu yana, dünya ciddi ekonomik durgunluklarla karşı karşıya kalmıştır. Bugüne kadar tüm dengesizliklerin aynı anda bu kadar sert yaşandığı bir zaman ise hiç olmamıştır. Bu yazımda Covid-19‘un getirdiklerini bilimsel bağlamda ekonomik ve sosyolojik boyutları çerçevesinde en çok etkilenen sektörlerden olan sağlık sektörü çerçevesinde ele alacağım.

 

COVID-19 salgını tüm dünyada yayılırken, salgın sonrası dünyada spekülasyonlar başladı. COVID-19’dan sonraki dünyanın, benzeri görülmemiş ekonomik zorluklar ve yaygın sosyal kaygıların yeni normal hale gelmesiyle farklı ve zor bir dünya haline geliyor. Pandemi, beraberinde yoğunlaştırılmış yurttaş gözetimi ve bireysel özgürlüklerin kısıtlanması ve tehlikeye atılmasını getiriyor. Pandemi, sağlık sektöründe dönüşüme sebep olmuştur. Bu dönüşüm, olumlu ve olumsuz unsurları içermektedir.

Hastane ve Tıp Merkezlerinde Covid-19’un Etkileri Nasıl Oldu?

Sağlık problemlerinin kökeni her ne kadar biyolojik olsa da salt organik bir problem olarak değerlendirilmesi indirgemeci bir görüş olur.  Sağlık ve hastalık toplumsal bir yapı içerisinde meydana gelmekte ve onun tarafından şekillenmektedir. Toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik yapı ile sağlık ve hastalık sistemleri arasında bir ilişki vardır. Bu ilişkileri analiz etmek de sağlık sosyolojisinin alanıdır. Bu bağlamda Covid-19’un sağlık sektörüne olan etkilerini anlayabilmemiz için sosyolojik kuram çerçevesinde konuya yaklaşmamız gerekir.

Sağlık hizmetleri tarihsel süreç içerisinde bir dönüşüm yaşamaktadır. Covid-19 dönüşüm noktasında bir kırılma noktası olmuştur. Kapitalizm ve teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte küresel kapitalizmle birlikte sektöre ekonomik bir değer atfedilmiş ve böylece sağlık hizmetleri önemli ölçüde dönüşmeye başlamıştır. Tanı ve tedavi yöntemlerinde gelişen teknolojiye entegre olması değişimin bir yönüdür. İleri nitelikli ilaçların geliştirilmesiyle de tam bir endüstri haline gelmiştir. Sağlık alanında büyük ilaç firmalarının ve özel hastanelerin ortaya çıkmasına büyük sigorta şirketleri de eşlik etmiştir.

Turner, sağlık hizmetleri sistemi içerisinde hastanenin önemine dikkat çekmektedir. Ona göre hastane sağlık sistemlerinin odağında yer almaktadır. Diğer yandan tıp mesleğinin toplumsal gücünün bir simgesidir ve ihtisaslaşmış tıbbi bilginin kurumsallaşmasını temsil eder. Öyle ki hastane sistemi sadece ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel ve çağdaş çatışmalar alanıdır. Küresel kapitalist aktörlerin ortaya koyduğu sağlık sistemleri bunun en güzel yansımasıdır. Örneğin baş aktör ABD’nin sağlık sistemleri büyük ölçüde özel sektör hastanelerine ve sağlık sigortası şirketlerine dayanmaktadır. Bu eğilim, neoliberal politikaların etkisiyle dünyanın diğer toplumlarında da kendisini göstermektedir. Özellikle son 40 yıldır hastanelerde, sigorta ve ilaç alanında özel sektörün çok ciddi yatırımlar yaptığı görülmüştür.

Peki bu yapısallaşmanın Covid-19 bağlamında ne etkisi olmuştur? Sağlık hizmetlerinin özelleştiği ülkelerde karlı olmayan alanlara yatırım yapılmamaktadır. Örneğin salgın hastalıklar ve bunlarla mücadele yöntemleri gibi sağlıkla ilgili ihtiyaçlar karlı olmadığı için özel sektör tarafından yatırım yapılmamaktadır. Sağlık alanında bu hizmetleri kamu sektörü karşılamaktadır. Bu ülkelerde kamu gücü iyice daralıp zayıfladığı için söz konusu hizmet alanlarına yetirince finansman sağlanamamakta ve bu da salgınla başa çıkmada ciddi krizlere yol açmaktadır.

Sağlık hizmetleri ağırlıklı olarak kamu gücüyle sunulan Çin, Güney Kore, Türkiye ve Almanya gibi ülkelerde salgınla mücadelenin olumlu yönde seyrettiği görülmektedir.

Bundan sonra Sağlık Sektörünü Neler Bekliyor?

Tüm bunlar dünyada sağlık sistemlerinin farklı bir yöne evrileceğini göstermektedir. Hastane düzeni, sigorta sistemleri, tedavi yöntemleri çerçevesinde sağlık sistemleri sorgulanarak kamucu bir perspektif geliştirilerek revizyona gidileceği öngörülebilir. Bu sayede sağlık hizmetlerinin ekonomik ve politik baskılardan kurtulabileceği de beklentilerden biri olacaktır.  

Sağlık sektörü dendiğinde sadece hastaneler ve tıp merkezleri değil analize eczaneler, optikçileri ve veteriner hekimleri de ilave etmek gerekir. Ayrıca sağlık turizmini de gözden kaçırmamalı.

Bu bağlamda sektörün diğer unsurlarına olan etkileri de geniş kapsamda başka bir yazımda ele alacağım.

Sonuç olarak Covid-19, salgın bir hastalık olarak sağlık sistemleri üzerinde doğrudan, toplumsal düzen üzerinde ise hem doğrudan hem de dolaylı etkiler bıraktığı görülmektedir. Yazımda da belirttiğim gibi sağlık sisteminde birtakım değişimler olabilecektir ama nasıl bir dönüşüm gerçekleşeceği süreç içerisinde pandeminin seyriyle net olarak görülebilecektir.

KAYNAKÇA

https://www.matematiksel.org/covid-19-surecinden-yeni-bir-paradigmaya-dogru/ (27.12.2020’de yayımlanan yazım)

Karakaş, M., Covid-19 Salgınının Çok Boyutlu Sosyolojisi ve Yeni Normal Meselesi, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 40(1): 541-573,2020

İnce, F, Nurdoğan, K.A.,  Bayar, H.T., Covid-19 Krizinin Sağlık Sektöründe Faaliyet Gösteren İşletmeler Üzerindeki Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 30(12): 434-448, 2021

4 Kasım 2021 Perşembe

 

Uluslararası Bir “Toplumsal Duyarlılık” DeneyindeTürkiye Listenin Sonunda Kaldı

Araştırmacılar çalışmaları hakkında şöyle yazdı: İşbirliği, iyi işleyen grupların ve toplumların anahtarıdır.

“Para veya zaman ve çaba harcamayı içeren yüksek maliyetli işbirliğini ele almak yerine, temel bakış açısına sahip olmayı gerektiren ve seçimi başkalarına bırakmayı amaçlayan bir kişilerarası yardımseverlik biçimi olan sosyal farkındalığı inceledik.”

“Toplumlar sosyal farkındalık açısından farklılık gösteriyor mu ve eğer öyleyse, bunun bir önemi var mı? Burada, sadece 31 ülke ve bölgede sadece önemli farklılıklar değil, aynı zamanda sosyal farkındalık ve ülkelerin çevre koruma konusundaki performansları arasında bir ilişki buluyoruz.”

“Kişilerarası yardımseverlik gibi küçük ve somut bir şeyin, küresel öneme sahip mevcut ve gelecekteki sorunlarla iç içe olabileceği sonucuna varıyoruz.”dediler.

İnsanlar sosyal hayvanlardır; ancak herkes başkalarına aynı ölçüde duyarlı davranmayacaktır. Bireysel farklılıklar bulundu, ancak sosyal farkındalık aynı zamanda kişinin dünyadaki konumuna göre mi şekilleniyor?

“Uluslararası farklılıkların var olmasını bekleyerek, sosyal farkındalığın ülkeler arasında farklılık gösterip göstermediğini ve nasıl farklılık gösterdiğini inceledik.”

Ayrıntılar:

https://www.bizsiziz.com/uluslararasi-bir-toplumsal-duyarlilik-deneyinde-turkiye-listenin-sonunda-kaldi/

                                  YARIN EĞİTİM WEBİNARIM VAR             I HAVE AN EDUCATİONAL WEBINAR TOMORROW Yarın 21.00'da Konya Kar...